Bahtsız
Erkenden kalktı, işe gitmesi gerekiyordu. Söylenip durdu kendine: “Of Yine işe gideceğim”. Yüzünü yıkadı, en sevdiği takım elbisesini giydi, kokusunu süründü. Bu takım elbiseyi giydiği zaman çok mutlu oluyor, en sevdiği bu. Sevgililer gününde sevgilisi tarafından hediye edilen parfümü de sürdüğü için işe gitmeye hazır demektir. Pardon! Bir de son moda “MP3 Player”ını kulağına takması gerekiyor, müzik başladı. Ayakkabısını giydi ve yürümeye başladı.
Evin yüz metre ilerisinde bir inşaat çalışması var. Kocaman bir bina, işhanı olacakmış. Çok katlı olmasının yanında ilginç bir dış tasarımı var, mahallede ilgi çekecek, önünden geçenlerin durup bir kez daha bakacağı bir bina. Aylardır inşaatı bitmedi, sürüyor. Biteceği günü sabırsızlıkla bekliyor mahalle sakinleri. Toz, pislik, inşaat olan yerde olabilecek tüm döküntüler var. İnşaatta çalışan iş makineleri ve işçilerin sesleri inletiyor mahalleyi.
Evden çıkıp otobüs duraklarına doğru yürürken inşaat sahasının önünden geçiyor. Havadaki rüzgarın etkisiyle hareketlenen birkaç inşaat malzemesi havada uçuşuyor, büyük bir hızla yere doğru yaklaşıyor, yaklaşık beş metre gerisine düşüyor. O, bundan habersiz ilerliyor, farkına varmıyor. Evin bulunduğu sokağın sonunda sağa dönüyor, köşede bulunan çiçekçideki çiçekler dikkatini çekiyor, “ne kadar güzel çiçekler gelmiş” diyor ve “en kısa zamanda bu çiçeklerden edinmem gerek” diyerek yoluna devam ediyor. Çoğunlukla üzgün ve bitkin görünür, bugün de aynı görüntüye sahip. Yürürken yüzündeki asıklığı, katılığı hissediyor.
Haberlerde havanın sağnak yağışlı olacağı günlerdir söyleniyordu, dedikleri oldu. Günlerce yağmur dinmedi, sel felaketinin yaşandığı semtler haberlerde büyük yer tuttu. Sağanak yağış öncesi günlerde, çiçekçinin bulunduğu sokaktaki taşlar yerinden sökülmüş, yeraltı çalışması yapılmıştı. Günler sonra bu çalışma sona ermiş ve sokak düzenlenmişti. Taşların yerine tam oturması sanırım biraz zaman alacaktı ya da sokağı düzenlemeyi başarılı yapamadılar. Yağan yağmurla birlikte taşlar yerinden oynamış, altları çamur olmuştu, sokak çok kötü görünüyordu.
Çiçekçinin olduğu sokakta yürürken çamur olmamak için dikkatli ve yavaş yürüyordu. Bulunduğu yerin beş metre ilerisindeki fırından çıkan kısa boylu, telaşlı çocuk, yollardaki çamur ve suya aldırmadan koşuyordu. Koşan çocuğun ayağının bastığı taşlardan biri, çok gevşek, altı çamur ve sulu dolu olduğu için yerinden oynadı. Taşın oynaması ile altındaki su ve çamur yana doğru yükselerek sıçradı. Dengesini kaybeden çocuk yere düştü. Çocuk ve taşın iki metre ilerisinde olduğu için şanslı adımlarla yürümeye devam etti, çamur ve çocuktan habersiz.
Çiçekçinin olduğu sokaktaki kırtasiyeden sola döndü. Yolun sonununa geldiğinde, ana yolda karşıdan karşıya geçmesi gerekiyordu. Geldiği anda yayalar için yeşil yandı, kırmızı ışıkta beklemek zorunda kalmadı. Karşıya geçtikten sonra kaldırım kenarında bir müddet yürümeye devam etti. Yerde, yağan yağmurdan kaynaklanan, su birikintileri vardı. Arabalar bu sulara aldırmadan hızlıca gidiyorlardı. Sudan geçerken suyu olduğu gibi yan tarafa sıçratıyordu. Hızla giden araçlardan biri yol kenarındaki pis suyu sıçrattı, takım elbisesi kirlendi. “Kahretsin! Ne şanssızım ben” dedi. Keyifsizliği arttı, sinirli sinirli yürümeye devam etti.
Hayat bu kadar garipti. Çok küçük bir olayı abartıp kendimizi şanssız ilan edebiliyorduk. Başımıza gelmeyenlere şükretmiyorduk, gelenlere isyan ediyorduk. Bu da “sürekli mutsuzluk” getiriyordu. Dikenli bir dalın gülüne odaklanmak gerekli, dikeni şikayet etmek hiçbir zaman kazanç getirmedi, getirmeyecek.
Erhan