Fotoğraf Makinesi İle Yaşam Kareleri

Belki de bu dünyaya neden geldiğimzi öğrenmekten daha çok merak ettiğimiz şey neden insanların yaşam süre ve koşullarının nasıl bir sebeple bu derece farklı olduğudur….

Böyle sorularla meşgul olunduğunda derin bir skıntı duygusu başgösterir. Çünkü bilinmezlik içindeyizdir ve bu döngüden çıkışı için kendimizden uzaklaşırız. Bu kimi zaman izleyici konumuna geçerek gerçekleşir, kimi zaman da başkalarını taklit ederek … Hayatımıza hep birşeyler eklemeye çalışırız …. Bu aslında yaşamın sunduğu çok şeyden kaynaklanır, ne kadar çok şey eklersek sanki yaşam o derece bizim olur. Mümkün olan en çok şeyi yapmak, en çok yer görmek, en fazla insanla tanışmak, varlığımızı en üst derecede kanıtlamak …. Fotoğraflar çekeriz varlığının en somut kanıtı olarak: Şunu gördüm, bunu yaşadım, bunu yaptım, tek başıma değilim bir sürü arkadaşım var beni sevenler var, yüzüm hep güler, gördüğünüz gibi çok mutluyum ve yaşıyorum vs ….. Peki bunları gerçketen istediğimiz için mi yapıyoruz ? Bütün insanlar için ortak akıl gibi görünen, genel geçer kabul gören istekleri dışarda bıraktığımızda asıl ne istiyoruz ? Kenidizi ne kadar tanıyoruz ?

Hayat ve fotoğraf sanatı arasında ilginç ve çelişkli bir bağ var … Örneğin bir insan milyonlarca fotoğraf çekebilir, Aynı şekilde bir insan yüzyıl boyunca yaşabilir. Milyonlarca fotoğraf içinde bazen hiç birinin özsel anlatımı olmaz, tıpkı nedensiz bir yaşam gibi ….

Süre nedir ki? Yıllar önce çocuktuk, şimdi o çocuk yok artık …. Biz yaşamızı anılar ve yaşanmışlıklar toplamı olarak görürüz. Oysa yaşam sadece deneyim yolculuğudur. Herşeyin emanet olduğunu öğrendiğimiz anda, ölüm yaşam kadar kolay ve güzel gelmeye başlar. Çümkü ölüm aslında sadece bu dünyadaki emanetlerin teslim edilmesidir. Fotoğraf çekmek bir şekilde sahiplenmektir. Bendenin emanet olmasının herşeyin gelip geçici olduğunun unutulmasıdır. Sahip olma çabasıdır. Kütüphaneden alınan bir emnet kitap ile bedenimiz arasında hiç bir fark yok. Aslında her ikisinin amacı da birbirine benziyor. Her ikisinin tek amacı bilgilenmek …. Sanıldığı gibi mutlu olmak ya da çok şey yaşamak için verilmedi bu beden, çıkarım yapmak, gözlemlemek, düşünmek ve bilgi sahibi olmak için verildi. Bu nedenle dinlerin de kitapları var ve her kitap bilgilendirmeyi amaçlar. Yoksa yaradan sevgisi, vicdan, zaten kalbimizdeki hatta ilkel benliğimizdeki dindir. Bize verilen emanet bedeni sahiplenince egonunda yardımı ile onunla bütün hissederiz kendimizi hatta başka bedenlere, çocuğa eşe aileye de hakimiet kurmaya çalışır daha da ileri giderek dünyaya geldiğimiz yaşam alanında aidiyet kurarız. Bu yaklaşım ile bakıldığında görürüz ki, bizi üzen yoran ve zorlayan herşey, bu sahiplenin esiri olmaktır. Oysa, gelişimiz, büyük yaratıcı gücün: herşeyin kendisinin, eserlerini görebilmek için emanet aldığımız maddesel şeylerle, yolculuğa çıkıp bütünün parçası olarak, öteki aşamaya katkıda bulunmaya geliyoruz. Gördüklerimize anlam katıp, bilgi edinebildiğimzde nasıl birer ödül oluyorsa, kendi çemberimizde sahiplenmeye yöneldiğimiz her süreç de azap gibi üstümüze çöker ….

İnsanların neden uzun yaşamak istediğini anladım sanırım. İnsan büyük bir içsel güce sahip ama onu kavrayabilmenin tek yolu beden ve benliğinden huzurla uzaklaşabilmesi, bunu engelleyen empati, taklit ve diğer insanlarla aşırı etkileşim. Yaşamımızın yarısından çoğunu toplumun insanların genelde mutlu olduğunu düşündüğümüz şeyleri yapmakla geçiririz. “Benim en büyük mutluluğum uyumak” kaç kişi bu cümleyi kurabilir ki? Ama tatile çıkmak, kariyerde ilerlemek, aile kurmak daha kabul gören mutluluklar gibi …. Belki de siz toplumun genelin istediği şeyeri istemiyorsunuz, sadece uyumak ya da sadece bütünleşmek istiyorsunuz. Bütüne yaklaşıp emanet bedeni diğerlerinin bir parçası olarak algıladığınızda en büyük yanlışlarınızı, hatlarınızı ve ölüm döşeğindeki haliniz de seversiniz. Şimdi uzun yaşamaya gelince, bunu istiyorsunuz çünkü başkaları uzun yaşıyor. Eğer sizinki kısa olursa, evrim sürecinde kendinizi çobuk elenenlerden biri olarak görürüsünüz ….

Ama asıl mesele artık emanetleri teslim etme vaktinin geldiğini iç bilincin fark etmesi ve yeni bir yolculuğa hazır olamktır …. Bu hazırlığı yapamayanlar milyonlarca fotoğraflık bir süreçte yaşar ama iç bilincini görmeden içinde ruh omayan her kare boşlukta bir yığındır. Bir gününe anlam kat ve hayatı emanetçilere bırak …

Seda Bostancı

Bu yazı toplam 3660 defa görüntülendi.
Entropi Logo