Taksim Gezi Parkı Olayları
Bugün olayların 10. günü. İlk günden beri sadece izliyorum. Hiçbir şekilde müdahil olmadım. 10 gündür her yerden, gerek basından gerek sosyal medyadan (facebook ve twitter) her türlü bilgiyi takip etmeye çalıştım. Her iki tarafın görüşlerini de, her iki tarafı provoke etmek için yapılan yalan haberleri de, ünlülerin sanatçıların tanınmış kişilerin twitlerini de, arkadaşlarımın nasıl kutuplaştığını birbirlerine diş bilediklerini de, birbirlerini silmelerini de, karşılıklı ağza alınmayacak hakaretlerini de hepsini sabırla sadece izledim. Sosyal medyada hiçbir yorum yapmadım. Kimi zaman üzüldüm, kimi zaman dişimi sıktım, kimi zaman sinirlendim, kimi zaman bu kadar da olmaz dedim, kimi geceleri uykum kaçtı, çoğu zaman moralim bozuk dolaştım, çoğu zaman sabır ettim, çoğu zaman dua ettim. Ama sabır zormuş onu anladım. Sosyal medyada yine kimseye cevap vermeyeceğim ama en azından içime attıklarımı kaleme alayım rahatlarım diye düşünüyorum. Bu yüzden yazmaya karar verdim.
Bilgi Kirliliği
Ortada bir bilgi kirliliği olduğu gerçek. İlk günden beri “eğer doğru bilgilendirilme yapılsaydı keşke” deniyor ama peki bu masum eylemi başlatanların da duydukları bilgiyi teyit etmeleri gerekmiyor muydu? Kimi “avmye karşıyım” diye, kimi “ağaçlarlar kesilmesin” diye, kimi “kışla yapılmasın” diye, kimi çevreci oldukları için geldiler. Peki, neydi asıl olay? 2011 yılında belediye meclisinin oy birliği kararıyla aldığı yayalaştırma çalışması sebebiyle ağaçların sökülmesi idi. Ve sonrasında bu ağaçların çağlayana dikileceği söylendi. Proje tamamlandıktan sonra da zaten orda bir ağaçlandırma çalışması yapılıp eskisinden daha fazla yeşil alan oluşturulacaktı. İlk tepkiler bu “ağaç sökümü”ne karşı “ağaç kesimi” olarak başladı. Hep sözü edilen masum çevreciler bu yüzden oturma eylemi başlattılar. Burada sorgulanması gereken ilk şey samimiyettir bana göre. Eğer buraya gelen masum eylemciler Koç Üniversitesi yapılırken kesilen on binlerce ağaç için aynı tepkiyi gösterdilerse, Acarkent yapılırken aynı tepkiyi gösterdilerse ve şimdi aklıma gelmeyen diğer ağaç katliamlarında da aynı tepkiyi gösterdilerse hakikaten samimidirler ve masum eylemci denilebilir. Fakat bu tepkileri göstermedilerse, ayrıca 2011 de hazırlanan Taksim Projesinin animasyonlu planını gördüler ise, oradaki yapılacak yeşil alanları biliyorlarsa ve buna rağmen belediye başkanlığından itibaren 3 milyara yakın ağaç diken birini karşılarına alıp 10 tane ağaç için oraya toplanıp eylem yapıyorlarsa bunlara hangi vicdanla masum eylemci diyebilirsiniz. Hadi diyelim ki her şeye rağmen bunlar masum eylemci olsunlar. Hiçbir taşkınlık yapmadan orda toplanmış olsunlar. Eyvallah…
Polisin Aşırı Güç Kullanması
Olayları alevlendiren şeyin polisin eylemcilere saldırması ve güç kullanması olduğu söyleniyor. Olabilir polis dediğimiz kavram bir kişiden teşekkül değildir. Yüzbinlerce polis var Türkiye’de. Daha önce ülkemizde ve tüm dünyada olduğu gibi polisin içinde de kanunları çiğneyenler hata yapanlar yok değil. Sonrasında ne olduysa oldu. Bizim tepkimiz ağaç değil ama oradaki insanlara güç kullanılmasıdır diyerek eylemciler artmaya başladı. Bilinçli yapılan kışkırtmalar ve provokasyonlar sayesinde de halkı sokağa dökmeyi başardılar. Peki tepki bu mu olmalıydı. Polis size haksızlık yaptıysa buna karşılık sokağa dökülüp ortalığı yakıp yıkmak, hakaret dolu pankartlar açmak, milletin ve devletin malına zarar vermek hakkını size kim verdi. Bunu sonucunda ne bekliyordunuz. Polis geri çekilip özür dilesin, eylemcilere de plaket verilsin ve mutlu son. Bu kadar saf mısınız?
Provokasyon ve Kışkırtmalar
İşte burada devreye kimler girmiyor ki. En başta güya milletvekili olacak kişiler, siyasetçiler, sanatçı(bozuntu)lar(ı), malum gazeteciler, malum sözlük yazarları işin dalgasında olan ergenler, bazı yerli ve yabancı tv kanalları, sosyal medyada photoshop ile vatan kurtaranlar, akademisyenler, yerli yabancı ajanlar, gaza gelen ufo görmüş masum köylüler … ve daha niceleri. İsim vermemeye çalışacağım, siz biliyorsunuzdur zaten. Sırasıyla değil aklımda kaldığı kadarıyla karışık yazacağım.
- Kaynağı sosyal medya olan yalan haberi gerçekmiş gibi televizyondan “bir kızımız panzer altında can vermiştir” diyen milletvekili mi istersiniz.
- “Burada zor durumdayız, polis gerçek mermi kullanmaya başladı, 100’lerca ölü var” diyenler mi istersiniz.
- Mikrofonu açık unutup da “Keşke birkaç ölü olsaydı” diyen tv spikeri mi istersiniz.
- “Mesele gezi değil hala anlamadın mı” diyen sanatçılar mı istersiniz.
- Ölüm haberleri gerçekçi olsun diye birkaç sene önce kazada pervaneyle ezilmiş bir insanı bugün panzer altında ezilmiş gibi gösteren haberler mi isterseniz.
- “İstifa eden 1000’lerce polis ve emniyet müdürü var” diye yalan haberleri mi istersiniz.
- Arkasında “Policia” yazan yabancı polisleri Türk Polisi gibi gösterip köpeğe gaz sıkarken gösterenler mi istersiniz.
- 2007 yılında polisin yemek yiyen bir vatandaşa attığı tokadı bugünün tarihiyle verenler mi istersiniz.
- Avrasya maratonunun görüntülerini vererek millet taksime yürüyor diyenler mi istersiniz.
- “Dayanın eylem 48 saat daha sürerse hükümet otomatik olarak düşecek” diyenler mi istersiniz.
- İstanbul’dan Belçika basınına bağlanıp “Başbakan o ağaçlarda bizi sallandıracak” diye iğrenç beyanlarda bulunanlar mı istersiniz.
- Belli bir kısmı kışkırtmak için “eylemciler başörtülü kadınlara saldırdı” diye yalan haberlerle birilerinin karşı karşıya getirerek iç savaş çıkmasını uman zavallılar mı istersiniz.
- “Polis ilaçlı su verip bayıltıyor” diyerek Nuri Alço’dan esinlenmiş yalan haberler mi istersiniz.
- Çarşı grubu bir toma (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) ele geçirip polise saldırmış diyenler mi istersiniz.
- Açılacak avm’ye Bülent Arınç’ın oğlunu ortak edenler mi istersiniz.
- Bir taraftan “Beyaz Show seyircileri eyleme gittiği için Beyaz Show yayından kaldırıldı” yalanı diğer taraftan “Beyaz eyleme gitmediği için protesto ediyoruz” yalanı. Artık hangisine inanmaya yatkınsanız. Seçmeli provokasyon yapanlar mı istersiniz.
- Birkaç erkeğe çarşaf giydirip ellerinde başbakana destek pankartlarıyla fotoğraflarını paylaşanlar mı isterseniz.
- Camiye ayakkabıyla ve alkolle giren eylemcilerin fotoğraflarını gösterip “hala caminize sahip çıkmayacak mısınız ne bekliyorsunuz” diyerek hala iç savaş çıkarabiliriz diye beklenti içinde olanlar mı istersiniz.
- “Şefaat Ya Rasulallah” sözü ile dalga geçerek “İnşaat Ya Rasulallah” yazan bir de marifetmiş gibi önünde fotoğraf çektiren den(din)sizler mi istersiniz.
- Ortalıkta dolaşan Cem Yılmaz adıyla yazılmış başbakana mektuplar mı istersiniz.
- Sahte twitter hesaplarından Bruce Wilice adıyla eyleme destek mesajları mı istersiniz.
- Başbakana “3. Köprüye eşinin adını ver de …………….” diye pankart açan haysiyet fakiri insan müsveddeleri mi istersiniz. (hepsini yazamadım midem kaldırmadı)
- Duvarlara, devirdikleri camlarını kırdıkları yaktıkları araçlara ağır hakaretler yazanlar mı isterseniz. (terbiyem müsait değil buraya yazamayacağım)
- Atatürk ile aponun fotoğraflarını yan yana koyarak eyleme destek fotoğraflarını paylaşanlar mı istersiniz.
- Türk bayrağını yakan eylemcilerin görüntülerini mi istersiniz.
- Yıkıp döktükleri bankaların atm makinalarını yağmalayan çapulcu fotoğrafları mı istersiniz.
- Yere bira şişeleriyle TC yazanların fotoğrafını paylaşanlar mı istersiniz.
- TC olayındaki gibi aynı malum sözlükten bu sefer de gezi eylemi için ölüm ve felaket haberleri üretip sosyal medyada sahte hesaplardan yayarak “bak şimdi sazanlara, nasıl eğleneceğiz” diyen olayın ciddiyetinden bihaber ergenler mi istersiniz.
- Parti binalarını yakıp yıkan, malum kesime ait dershane binalarını yakıp yıkan ve bunların fotoğraflarını paylaşıp altına “sıra şu binada” diye hedef gösteren militanlar mı istersiniz.
- Topçu kışlasının yeniden yapılmasının nedeni olarak “başbakan şeriatı getirecek” diyerek eski fotoğraflar altına yanlış kışlanın resmini koyup altına da yanlış bilgilerle doldurup paylaşanlar mı istersiniz. (sonra bir tarihçi çıkıp bunlar yalan gerçek tarih budur dediği için onu da tefe koydular)
- Umreye gitmiş ve Kabe’de tişörtleri üzerine “diren gezi parkı” yazarak fotoğraf çektirip paylaşan, o kutsal yolculuğu turistik gezi ile karıştırmış yarım hacılar mı istersiniz.
Benim takip ettiğim kadarıyla aklımda kalanlar bunlar. Dikkat ederseniz kışkırtmalar tek taraflı değil. Her iki tarafı da kışkırtıp sokağa dökmek için. Bu da bilgilerin aynı kaynaktan farklı yollarla servis edildiğini gösteriyor. Tarihte ülkemizde ve tüm dünyada bunun örneklerine çok tanık olduk. Ama yine de her seferinde lades diyebiliyor insanlar. Sonradan pişman olanları, yanlış yapmışız diyenleri de gördük. Askeri darbeleri, sivil darbeleri, malum olayların hepsinin arkasındaki gerçekler zamanla ortaya çıkıyor ama iş işten geçmiş oluyor o zamana kadar. Bulursanız sorumlularını 5-10 sene sonra belki cezalandırıyorsunuz ama o günkü can kayıplarını, derin yaraları ve finansal kayıpları geri getiriyor mu? Hayır.
Turnusol Kağıdı
İlk eylemcileri masum çevreciler olarak tanımlayabilmek için “turnusol kağıdı” amacıyla birkaç soru sormuştum. Şimdi aynı turnusol kağıdını “mesela ağaç değil tepkimizi gösteriyoruz” diyenlere uygulayalım. Evet polis orantısız güç kullanmıştır. Bunu asker de yapmıştır zamanında. Ve toplumun her kesiminde güçlünün zayıfı ezdiği örnekleri (tasvip etmemekle beraber) görmekteyiz. İşveren işçisine, erkek karısına, öğretmen öğrencisine … örnekleri çoğaltabiliriz. Şimdi gelelim haklıyı haksızdan, samimiyi fırsatçıdan ayıracak sorulara. Eğer, kim haksızlığa uğramış olursa olsun herkese aynı şekilde tepkinizi gösterebiliyorsanız, Türkü, Kürdü, Ermenisi, Alevisi, Filistinlisi, Suriyelisi, Arakanlısı … ayırmıyorsanız sizi tebrik ederim. Bu gerçekten samimi olduğunuzun belirtisidir. Olayı fazla dağıtmayalım bugünkü asıl tepki (ağaçları geçtik artık) polisin kullandığı güce ve başbakan nezdinde hükümete karşı değil mi? Peki aynı polis Diyarbakır’da terör örgütünün eylemcilerine karşı güç kullandığında kahraman oluyor da İstanbul’da nasıl faşist oluyor? Hadi doğu batı meselesini geçelim. Aynı polis yine İstanbul’da yakın geçmişte başörtülü üniversite öğrencilerini sınıflarından yaka paça attığında sesi çıkmayanlar ne oldu da bugün polise düşman oldular? O zaman bu insanlara “eylem yapmayın, gidin hakkınızı hukuki yollardan arayın, burası hukuk devleti” diyenler şimdi ne değişti. Hukuk’a mı güveniniz kalmadı? Demokrasiye mi? O zamanlarda da eylemler yürüyüşler yapıldı. Milyonlar sokaklarda yürüdü. Hatırlayın bakalım kaç tane araç yakıldı, kaç esnafın dükkanı yağmalandı, kaç polis yaralandı, kaç kişi hayatını kaybetti. Size yakıp yıkma yağmalama hakkını kim veriyor diye soruyorum. Cevap: “biz hiçbir şey yapmadık ki, polis bize saldırdı” deniyor. Peki devletin milletin malına o kadar zararı kim verdi. Bir türlü kabul edemediğiniz provokatörler ile gaza gelen eylemciler yaptı. Herkesi sorumlu tutamazsınız kabul ama yanında yürüdüğün insanın kim olduğu bilmiyorsan veya ona engel olamıyorsan ya onu oradan gönder ya da sen oradan ayrıl ki sapla saman birbirine karışmasın.
Alkol Düzenlemesi
Alkol düzenlemesine ısrarla alkol yasağı deniyor. Neymiş başbakan alkolü yasaklıyormuş. Belli yerlerde ve belli zamanlarda içemiyormuşsun. İlerde de tamamen yasaklayacakmış. Hala bunlara inanlar var. Bu hükümet iktidara ilk geldiğinde nasıl korkutuyorlardı milleti hatırlayın. “İslamcılar geliyor, hepinizi asacak kesecekler, tüm kadınların başlarını kapatacaklar, yok İran’a gibi olacağız, yok Suudi Arabistan gibi olacağız”. Kaç sene oldu bir düşünün bakalım kaç kişiyi kestiler, kaç kişinin başını kapattılar, ne kadar İran’a döndük, şeriat geldi de bizim mi haberimiz yok. Eskiler “Kişinin fikri neyse zikri de odur” demişler. Bunu diyenler üniversitede kapalı kız öğrencilerin başlarını zorla açtıranlardı, zamanında menderesi astıranlardı, her darbe sonrası insanları asıp kesenlerdi, namaz kılıyor diye insanlara “İran’a gidin” diyenlerdi. Sanıyorlar ki herkes kendileri gibi. Belirlenen saatlerde alkol satış yasakları, reklam yasakları, 18 ya da 21 yaşından küçüklere satış yasakları … gibi düzenlemeler Amerika’da, Rusya’da ve Avrupa’nın bir çok ülkesinde var. O ülkeler Müslüman da değiller. Acaba onlar da gizliden şeriatçı olabilirler mi?
Evinde Oturan %50
“Başbakan evinde oturan %50’yi zor tutuyormuş” diye haber yapmışlar. Bu iç savaş davetiyesiymiş de “bu insanları salarım üzerinize” demekmiş te … felan filan. Niye cümlenin tümünü yayınlamıyorsun. O zaman yeteri kadar provoke edemeyeceksin de ondan. Ne demiş başbakan: “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az %50’si var. Ve biz onlara diyoruz ki aman sabırlı olun. Sakın bu oyunlara gelmeyin.” Sadece ilk cümleyi alırsan farklı yorumlarsın. Tümünü alırsan farklı yorumlarsın. Evinde oturan bir kesim var doğru. Bunlar %50 de değil sadece. Bu işe karışmayan 3-4 parti var. Topla oy oranlarını ne yapıyor. Demek istenen bu ülkenin büyük bir bölümü katılmıyor bu eylemlere. Bu ilk ne zaman çıktı ortaya başbakan “ne yani ben de kazlı çeşmeye 1 milyon kişi mi çıkarayım” dedi. Bu nasıl yorumlandı? Bir takım insanlar sokağa çıkmışlar, buna karşılık karşılarına da başka takımlar çıkarıp maç yaptıracaklarını mı sandılar? Ya da 80 öncesi sağ sol gibi birbirlerine kırdıracaklarını mı sandılar? “Eğer gövde gösterisi yaparak bana bir şeyler dayatmaya kalkarsanız ben de gövde gösterisi yaparım ki daha önce de mitinglerimde bunu kanıtladım ve sayıca sizden çok daha üstün oluruz” demek istedi. Ama yine herkesi kendileri gibi sandıkları için sanki bunu meydan okumaymış gibi iş savaş davetiyesi gibiymiş gibi algıladılar. Cümlenin devamında ne diyor başbakan: “aman sabırlı olun sakın bu oyuna gelmeyin!”
Üslup Meselesi
Gelelim “başbakanın üslubu çok sert” meselesine. Evet biliyoruz başbakanın üslubunu, yıllardır herkes biliyor. Yeni bir şey değil bu. Değişmesini mi istiyorsunuz. Değişirse de “dönek başbakan” manşetleri atacaksınız ya neyse. Başbakanı istifaya çağıranlar, diyelim ki başbakanın üslubundan bu kadar rahatsızsınız. Yerine hangi üslubu tercih edersiniz. “Saldıracağız ve hükümeti düşüreceğiz” diyen yumuşak üslubu mu tercih edersiniz yoksa “vur de vuralım öl de ölelim” diyen kalabalığa “onun da zamanı gelecek” diyen müşfik üslubu mu tercih edersiniz. Belki de anayasa kitapçığını fırlatanları özlemişinizdir. Daha bir çok örnek verebilirim. Eleştirmek bedava ve kolay. Ama çözüm üretmek zeka, maliyet ve cesaret istiyor. Bir de şu açıdan bakalım. Başbakana üslubun sert diyenlerin üslubuna dikkat ettiniz mi hiç. Sen anasına, eşine, ailesine, taraftarlarına ağza alınmayacak hakaretler et, pankartlar aç, sonra başbakanın üslubu sert de. Menderesin üslubu çok yumuşaktı halkına karşı. Çok naif bir kişiliği vardı da ne oldu?
Aynı Oyun Farklı Senaryo
Abdülhamid zamanındaki ayaklanmalardan tutun, Menderes zamanındaki gösterilere, Erbakan zamanında yapılan kirli oyunlara ve Cumhuriyet tarihi boyunca periyodik olarak yapılan darbelere kadar hepsinde aynı oyun oynanıyor. Bu milletin bir kısmı hala aynı oyuna geliyor. Senaryolar zamana ve ortama göre güncelleniyor ama oyun hep aynı. Abdülhamid Filistin’den bir karış toprak vermedi, dış borçları bitirmek üzereydi… Bunlar gibi daha bir sürü birilerini rahatsız edecek icraatlar yaptı. Hepsini yazmıyorum. Ne oldu ayaklanıp tahttan indirdiler. İndirmek için gelen ekibe bakın, kimler rahatsız olmuş kimlerin tekerine taş koymuş anlarsınız. Menderes’in yaptığı icraatları biliyorsunuzdur. Ezanı aslına çevirdi, ülkeyi ileri götürmek için malum güçlere kafa tutu. Yine aynı oyunları oynayıp milleti kışkırttılar. O zaman sosyal medya yoktu ama aynı yalan haberler vardı. Bazıları şimdikilerden de beterdi. İnsanların kıyma makinalarında öğütüldüğüne inandırdılar bazılarını ve sonuç başbakanı astırdılar. Erbakan havuz sistemini kurunca bankalar rahatsız oldular. Cumhuriyet tarihindeki en yüksek maaş zamlarını yaptığında nerden para bulacaksın dediler. Çünkü onların cebine giren parayı halka vermeye başlamıştı. Ve sonrasında irtica elden gidiyor senaryoları ile Erbakan’ı gönderirken 300 milyar dolar da gitti. Darbeci generallerin mal varlıklarına bir bakın. Kenan Evren bir de utanmadan bir oradan bir buradan astık diyor. Ne kadar adil değil mi! Peki bu aralar ne oluyor. IMF’ye olan borç bitiyor. Yıllarca AB ye girmek isteyen Türkiye’ye artık AB muhtaç hale geliyor. %180 e çıkan faizler %5 e düşüyor. Terör meselesi bitiyor. Askeri darbe denediler olmadı, sivil darbeler muhtıralar denediler olmadı, suikastlar düzenlediler olmadı, kaç seçimdir sandıkta mağlup oldular. Demokratik olarak bir şey yapamayacaklarını anladıklarında şimdi de yine aynı yollara başvurmaya başladılar. Kuklaları değil de kuklacıları ne zaman (zamanında) fark edeceksiniz acaba?
Heyetin Talepleri
Bir heyet çıkmış başbakan yardımcısına taleplerini sunuyor. Eğer Diyarbakır’da okunan mektubu aponun yazdığına inanıyorsanız bu taleplerinde eylemcilerin talepleri olduğuna inanırsınız. Çok şey yazıldı talepler hakkında. Değerlendirilebilir talepler olduğu gibi kesinlikle konuyla alakalı olmayan bazı talepler olduğu söylendi. Yabancı ülkelerin Türkiye’ye verdiği ültimatomla aynı çizgide olduğu söylendi. Ben de şu iki maddeye dikkat çekmek istiyorum. Tüm eylemcilerin hemen hiçbir suçlama yapılmadan serbest bırakılmasını istiyorsun ama polisten sorumluların suçlanmasını ve istifalarını istiyorsun. Bu iki maddeyi hangi hak hukuk adalet ile açıklayacaksın. Eğer her iki kesim için de af isteseydin en azından tutarlı olduğunu gösterirdin. Eğer her iki kesimden de suçluların cezalandırılmasını isteseydin yine tutarlı olurdun ve olması gerekende buydu zaten. Ama bir tarafı sorgusuz sualsiz hemen serbest bırak, diğer tarafa ceza kes demek zaten ortada bir iyi niyet, barış isteği, samimiyet olmadığını gösteriyor.
Empati
Bu kadar şey yazdıktan sonra tarafsız olun falan demeyeceğim çünkü ben de bir tarafım. Ama samimi olun ve sizin gibi düşünmeyenlere saygılı olun. Empati diye bir kelime var. Nedir dediğinizde “kendini karşındakinin yerine koymak” gibi genel bir tarifi var ama ben hiç kimsenin bunu doğru dürüst yapabildiğini sanmıyorum. Niye mi? Şöyle bir teklifim var. Daha çocukken bana da uygulanan bir testten bahsedeceğim. Karşıt görüşlü iki kişi bulun. Bu kişiler samimi olacaklar, üç kâğıtçı olmayacaklar ve ortalama bir zekanın üzerinde olacaklar. Bir de yönetici olsun ama sadece söz vermek ve süreyi takip etmek için kesinlikle yorum yapmayacak. Ve bu kişilerden şunu isteyin. Karşılıklı birbirlerinin görüşlerini savunacaklar. Bunun için ön çalışma da yapabilirler. İnanmıyor olabilirler, saçma gelebilir ama samimi olarak bunu yapsınlar ve siz de seyredin bakalım ortaya nasıl bir manzara çıkıyor. O televizyonda seyrettiğiniz hararetli heyecanlı tartışmaların yerine nasıl farklı bir görüntü çıkacak. Eğer bunu yapabiliyorsanız ben “empati yaptım” diyebilirsiniz.
Entropi